19 Mart 2008 Çarşamba

HAYAT BİZE OYUN OYNUYOR, OLABİLİR Mİ?

Uzun zaman oldu kendimi didik didik edip kurcalamayalı, hesap kitap yapmayalı; neyi ne kadar doğru yaptığımı, nerde çuvalladığımı kendime itiraf etmeyeli..

İnsanın hayatında birçok iniş-çıkış, birçok dönemeç vardır. Bazen önemli bir karar arefesinde, önünde durduğumuz yol ayrımına bakakaldığımızda daha bir önem taşır geçmiş iç hesaplaşmalarımız. Zira kar-zarar hesabı yapmalıdır ki vicdan, bundan sonraki yola devam için gücümüz, cesaretimiz olsun.

Yanlış girilen yolların bedellerini de aslanlar gibi öderiz, yeri gelince. Ve ancak kendimizle başbaşa kalınca ağlarız katıla katıla, çekilenlerin acısına..

Ve bazen de herşeyi yakıp yıkıp gitmek gelir içimizden, çok uzak, çok başka, çok yalnız bir yerlere kaçmak; tek başına, açık seçik ve dürüstçe yapabilmek için bilançomuzu. Çoğu kez de başarısız oluruz; çünkü ne kadar uzağa da gitsek kendimizi de götürmüşüzdür ve neyi silerse silsin insan, bir tek kendinden kurtulamaz, ne yazık ki..

Böyle zamanlarda bir sınavdan geçtiğimi düşünürüm hep; sanki bana özel yapılmış bir mazeret sınavındayım. Soran kim, kim değerlendirecek bilmeden, sadece cevaplarım deli gibi. Bir an önce geçmek isterim sanki bir sonraki dereceye, hayatım kaldığı yerden beni orada bekliyormuş sanarak. Oysa içimde bir yerlerde hep bilen bir tarafım var; “Bu bir oyun, rahat ol, gül geç” diyebilen. Hayat bize bilmem kaçıncı perdesini oynarken oyununun, biz sanki başrol edasıyla ilerliyoruz çoğu kez, aslında sayısız figürandan biri olarak hayatın sahnesinde..

Bazen de duygu enkazının altından çıkmaya çalışmak yerine aniden silkinip, herşeye baştan başlamak için bir cesaret buluruz bir yerlerden. Sil baştan başlar ve sıfırlarız hayatı; yeniden atmaya başlarcasına kalp, en temiz, en güzel duyguları alır içine ilk olarak.. Ve sil baştan severiz herkesi, herşeyi; daha güçlü, daha saf ve daha derinden, herşeyi unutarak...

Herşeye rağmen hala güzel geliyorsa hayat, yanınızda tutunup kalkabileceğiniz bir el varken hala ve daha yapılacak çok yanlış, silinecek çok defter var gibi geliyorsa, başlayın siz de, bir cesaret derin sularda inci tanesi aramaya... Çünkü belki de bugün o sonuncu gün ve kimbilir gidilecek ne uzak yollar var hala.



Gücün Var mı Sevgilim
Derin Sularda İnci Tanesi Aramaya
Cesaretin Kaldıysa Hala
Benle Aşktan Konuşmaya
Söyle Canım Sevgilim
Hayat Bize Oyun Oynuyor Olabilir mi
Yorgun Gibi Bir Halin Var
Duyguların Karışık Olabilir mi

Sil Baştan Başlamak Gerek Bazen
Hayatı Sıfırlamak
Sil Baştan Sevmek Gerek Bazen
Herşeyi Unutmak

Sanki Bugün Son Günmüş Gibi
Dolu Dolu Yaşamak İstiyorum Ben
Her Ne Çıkarsa Yoluma
Selam Verip Yürümek İstiyorum Ben

ŞEBNEM FERAH

13 Mart 2008 Perşembe

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

Son çeyrek yüzyılda daha çok öne çıkan ‘özel günler’ kervanının belki de en gariban kalanıdır Dünya Kadınlar Günü. Çoğu ülkede bilinmez. Türkiye’de olduğu gibi, bazı ülkelerde ‘sözde’ önem verilir ve paneller, mitingler, özel televizyon programları vs. düzenlenerek kutlanır. Rusya gibi bazı ülkelerde de tatil ilan edilir, içilir, şarkılar söylenir, havai fişekler atılarak coşkuyla yaşanır. Peki bu günü diğerlerinden farklı kılan nedir?

Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği savaşın temsili başlangıcı olan 8 Mart 1857 tarihinde, Amerika'nın New York kentinde, tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadın, düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek amacıyla grevler yapmıştır. Bunu takip eden bazı gelişmelerin sonucu artık 8 Mart tarihi kadınlar için çok özel bir günmüş gibi kutlanır olmuştur.

Peki 8 Mart’ta dünyanın dört bir yanındaki kadınlar için ne değişmektedir, kadınların ne kadarının bu günden haberi vardır, daha da önemlisi erkeklerin ne kadarı kadınların bu gününden haberdardır sizce..

Tüm özel günlerde olduğu gibi birçok kişi bugünü gazete ve televizyonlardan takip etmekle yetiniyor bence. Rusya’da, diğer ülkelerden biraz daha farklı olmakla beraber ciddi boyutta kutlamalar yapıldığını görüyoruz. En azından kişisel olarak.. Çoğu kadın en azından bir çiçek almıştır mutlaka. Ama Türkiye’de bugün kaç kadına eşi sabah kahvaltı hazırlamış, çiçek almış, yemeğe çıkarmış ya da bugüne özel bir kutlama yapmıştır acaba? Bunları gereksiz ya da şımarıkça bulanlar olabilir; o zaman kaç kız çocuğu doğduğu için anneleri suçlanmış, kaç küçük kız berdele veya töre cinayetine kurban gitmiş, kaçı namus belasına zorla evlendirilmiş, yıllarca süren ama korkudan kimselere söylenememiş tacizlere katlanmaya devam etmiştir sizce?

Acı gerçeklere gözlerimiz dolarak katlanmak durumunda kaldığımız bu zamanda kadın olmak bence 1857 yılından çok daha zor artık. Eşit şartlar hala yok; kim ne derse desin, erkek hala ve her yerde daha avantajlı. Kadın da çalışmak zorunda olduğu halde evin yükü büyük oranda kadında. Hele çocuk sahibi kadınlar için çalışmak adeta kabus. Eğitimli ya da cahil, zengin ya da fakir, genç ya da yaşlı farketmeden kadın büyük oranda fedakarlık yapmak ve yuvasında eşini ya da babasını, işyerinde patronunu ve çalışanını dengeli bir şekilde idare etmek zorunda. Ofiste iş, evinde hamarat ev kadını olmalı; gezme tozmalarda güzel, bakımlı ve zayıf, aynı zamanda da doğurgan ve anaç olmalı. Kısacası süper güçlere sahip olsak da biz kadınlar; trafikte erkek şoförlere, evde anlayışlı(!) kocalara, işyerinde ise aklı evvel kadınlarla çalışmak zorunda kalan zeki(!) patronlara yaranamayız. O yüzden bize senede bir gün bile fazla değil mi sizce!!!

4 Mart 2008 Salı

YETER...

Uzun zamandır kalbimin katılaştığını, eskisi kadar hassas, kırılgan, sulugözlü olmadığımı farketmeye başlamıştım. Gençken insan herşeyi gerçek, herkesi kendi gibi, her söyleneni doğru sanır ya hani, ve zamanla törpülenir ya kalbi; alınan darbeler, geçirilen acı deneyimler ve açılan yanlış kapılarla. Her yeni üzüntü ruhumu usul usul kemirirken, kalbimin içi oyuk, asırlık bir çınar gibi boşlukla kaplandı zaman içinde; ve ben bunu büyümek, olgunlaşmak, hayatı tanımak gibi yalanlarla adlandırdım teselli olsun diye..

Oğlumuzu evimize ilk getirdiğimizde anladım ki, içimde bir yerlerde gömülü kalmış gözyaşlarım artık kirpiğimin ucunda. Gazetelerde, televizyonda gördüğüm haberler –neşeli ya da kederli, farketmeden– gözlerimi dolduruveriyorlar artık. Özellikle bebekler, çocuklar, anneler ve ölüm varsa içlerinde... Bir keresinde Sezen Aksu’dan duymuştum, “Anne olduktan sonra, her çocuğu ben doğurmuşum gibi hissediyorum” demişti bir yerlerde. Bunun aynını hissediyorum yoğun bir şekilde ben de.

Son yirmi küsür yıldır kanayan yaramız artık yüreklerimizi daha vahşice dağlıyor. Belki medyanın pompalaması, belki de tahammül sınırlarımızın zorlanması yüzünden, ülkemizin son dönemleri hep acı, hep haykırış dolu, hep ağıt yakılası.. Çenesi titreyerek ‘Vatan sağolsun’ diyen babalar, onlar ki erkek evlat sahibi olmanın gururunu sadece yirmi yıl yaşayabilmişler; ruhları bedenlerinde kalmaya direnerek ağıtlar yakan, feryat figan anacıklar, bir köşede sessizce yiten geleceklerine yanan gencecik yavuklular ve en acısı daha memeden kesilmemiş yetim kalan bebeler... Maalesef son manzaralarımız bunlar bir süredir.

Hayatın doğasına aykırı olan evlat acısını yaşayan her anayla beraber bir kez daha dağlandı kalbim, sanki ben doğurmuşum gibi şehit düşen bütün çocukları.. Memleketten uzak olanlar çok iyi bilirler; insanlar uzakta nasıl da aslan kesilir, nasıl da vatan aşkı taşırlar yüreklerinde, nasıl tek yürek olurlar düşman karşısında. Belki annelik, belki kadın duygusallığı ya da memeleket hasreti.. Canım son zamanlarda çok acıyor. Katılarak ağlamak isterken sesim yüreğimden çıkamıyor. Ne olur, nasıl çözülür, birileri mutlaka biliyordur; ancak benim tek bildiğim daha fazla evlat kanıyla sulansın istemiyorum topraklarımız. Tüm gücümle haykırmak istiyorum “Yeter artık dursun bu hayâsızca akın!”

2 Mart 2008 Pazar

BEN GÜZELE GÜZEL DEMEM

Rusya denince ilk akla gelen, sarışın, uzun ince bacaklı Rus kızlarıdır herhalde. Özellikle Türkiye’de yapılacak bir ankette – erkekler arasında tabii ki – en çok gitmek istenen ülke burası çıkar bence. Peki nereden geliyor bu kızların ünü ve ne kadar hakkını veriyorlar bu övgülerin?

Moskova’da yaşayan her Türk kadını gibi ben de kendimi bu tür muhabbetlerin içinde buldum, buraya geldiğimizden beri. Gerçekten de denildiği gibi mi, tam olarak bilmem elbette imkansız ancak bunca zamandır pek çok “güzel” kadın görmüşlüğüm vardır bizzat. Genetik miras, doğa koşulları, erken yaşta edinilen spor alışkanlığı ve yemek kültürlerinden olsa gerek düzgün fizikleri ve güneşi az gören bir iklimin sebebiyle de açık ten ve saç renklerine sahip bu hatunlar, biz koyu renkli, orta karar insanların dikkatini çekmektedir doğal olarak. Dış görünüşlerine ek olarak rahat tavırları, cüretkar giyim tarzları ve eğlence anlayışları, özellikle ‘ağır’ olmaları çocukluklarından beri aşılanan mazbut Türk kadınlarına kıyasla onları daha çekici kılmakta. ‘Hanım’ olmak, temiz aile kızı olarak tanınmak ve iyi terbiye görmüş olmak bizim ülkemizde hala genel geçer ahlak kuralları arasındayken, Türk erkeklerinin özellikle Rus kızlarına olan ilgisini anlamak mümkün mü sizce?

Elbette bunca yılın kültür farkı bizi zıt kutuplar yapmakta. Ancak ben burada yaşadığım süre içinde her iki ülkede de bir çok değişiklik gözlemledim, kendi adıma. Türkiye’de gördüğüm kızlar yani yeni nesil inanılmaz güzelleşmiş bana göre. Genelde hepsi uzun boylu ve ince yapılı, son derece modern ve alımlı giyinmekte ve hepsinden önemlisi kızlar artık daha serbest. Örneğin bizim zamanımızda (inanın çok zaman geçmiş gibi gerçekten de) gece gezmeleri, kıyafetler, bakım vs gibi konular bize yabancıyken bugün neredeyse fönsüz, manikürsüz kız göremiyorum sokaklarda, alışveriş merkezlerinde. Hayata erken atılıp daha çabuk para kazananların ise altlarında arabalar.. Havalı ve kendine güvenen cıvıl cıvıl Türk kızlarını görünce gizli bir gururla beraber erken dünyaya gelmiş olmanın burukluğu da yok değil içimde..

Peki bu sürede benim gözümle Rusya’da neler değişti? Belki alıştığım için bilmiyorum ama inanın ben artık sağda solda aman aman çok da güzel kızlar göremez oldum. Tabii ki bir çok hoş hatun var ama dönüp baktıracak kadar güzel olanlar azaldı gibi geliyor bana. Genç kızlar hafif balıketli olmaya başladılar (yaşasın McDonald’sJ). Moda anlayışımızdaki farklılıklar da bu kararımda etkili sanırım.

Kısacası Türk erkekleri artık buralara kadar zahmet etmesinler; etraflarına şöyle bir baksınlar, derim.

Tabii bu arada hoş Rus kızlarıyla dolu bu şehirde bizlere sevgi ve sadakatla bağlı eşlerimizi de unutmayalım hanımlar...