21 Nisan 2008 Pazartesi

YALANCI BAHAR

Bazen felaketler hiç beklenmedik şekillerde zuhur edip, yerini güzelliklere bırakabiliyor. Hani hep deriz ya kendimizi avutmak için, her şerde bir hayır vardır, diye.. İnsana inanılmaz bir dayanma gücü ve devam edebilme motivasyonu sağlıyor bu inanç. Hatta dillendirmek gerekirse, mutluluktan daha çok üzüntüler huzur verebiliyor insana; çünkü mutluluk, elden yiteceğine dair korkular barındırırken ve de hiç bitmemesini istediğimiz halde biteceğinden eminken biz, üzüntülere de inanılmaz bir teselli oluyor aynı mantık. Üzüntü elbet geçecek ve yerini ferah duygulara bırakacak demek gelir içimizden. Aynen dediği gibi türkünün: Ne de olsa kışın sonu bahardır, bu da gelir, bu da geçer, ağlama..

Sonunda bir kış daha geride kalırken, ve bu bizim Moskova’daki yedinci (rakamla 7) kışımızken, gelen baharı neden daha az coşkuyla karşılıyoruz gibi geliyor bana?

Küresel ısınma uzun yıllardır tüm dünyamızı, hem de bağıra çağıra tehdit etmekte ne yazık ki. Değişen iklim ve yeryüzü şekilleri, insan ve hayvan hayatlarının içinde bulunduğu korkunç ve oldukça yakınımızdaki tehlike ve en kötüsü susuzluk tehditleri altında, geleceklerini yeşertmeye çalıştığımız, çabaladığımız minicik yavrularımız.. Son yıllarda hızla artarak karşımızda duran bu küresel tehdit karşısında, binlerce yıldır insanoğlunun kendi elleriyle yaptıklarını günümüzde üç beş cılız hareketle durdurmak ve gidişatı tersine döndürmek artık maalesef çok mümkün görünmüyor bana. Zira tehlikenin farkına epeyce geç vardık kanımca.

Zaten bu son kışımızın geçip de baharın geldiğini algılamaktaki zorluğumuz da bu olgunun bir sonucudur. 7 yıl önce donduğumuz aylarda, şapka bile takmadan dolaşmak; yazlarını yağmurlar altında, sandalet bile giyemeden geçirdiğimiz bu şehirde sıcaktan fenalık geçirmek çok ciddi bir farkındalık yaratmalı bizlerde.

Oysa bu kış daha az üşüdüğümüz ve yakıt paralarından tasarruf ettiğimiz, hatta erken gelen bahara sevindiğimiz için suçluluk hissediyor muyuz gerçekten de?

Binlerce yıldır insanlar bugünlerini ya da yakın geleceklerini güvence altına almakla yetinmeselerdi, bugün bunları yaşamıyor olacaktık bence. Bencillik, boşvermişlik ve geçici çözümlerle buraya kadar dayanabildi yaşlı gezegenimiz. Bundan sonrası hep karanlık artık.

Yakın çevremde bir çok eğitimli ve hayat standartları iyi olan çift var; sırf geleceğin belirsizliği yüzünden çocuk sahibi olmaktan kaçınan. İnsan hayatının sahip olabileceği en muhteşem duygudan yoksun kalmaya razılar, kendilerinden sonra çocuklarına ne olacağını merak etmek zorunda kalmaktansa...

İnsanın kendisine ettiği kötülüğü kimse edemez zaten. İşte hep beraber, atalarımız, dedelerimizle, kendi çocuklarımızın geleceklerini yok ettik, şimdi uzatma dakikalarında son dakika golü peşinde koşan yorgun futbolcular gibi her türlü çözüme açığız; arıyoruz, deniyoruz. Ama artık çok geç kalmadık mı sizce de?

Yine de bu kadar karamsar olamıyor insan, hala ümidimiz var herşeyin düzeleceğine, bilinçli insanların artması ve yeni nesillerin bu işleri kotarması en büyük dileğimiz. Onun için biz bilinçli ebeveynlere çok iş düşüyor. Evlatlarımıza bu gezegenin sahipleri değil geçici korumacıları olduğumuzu ve en ciddi işimizin, sahip olduklarımızı kendimizden sonra gelenlere eksilterek değil arttırarak devretmemiz gerektiğini kavratmamız gerekiyor. Bunu borçluyuz en azından..

Hiç yorum yok: