25 Eylül 2008 Perşembe

HAZANIN HÜZNÜ

Uzun bir aradan ve vuku bulan birçok değişiklikten sonra tekrar merhaba. Önce ev değiştirme ardından da yaz tatili derken yaklaşık üç aydır yazamadım; umarım kaldığımız yerden devam edebiliriz artık..

Tipik bir Moskova yazı daha geride kalıyor şu günlerde, gelmeler gitmeler, kavuşmalar ayrılıklar derken burada kalan arkadaşlarla yeni bir kışa ve yıla hazırız artık. Sonbahar hep bir hüzün taşır zaten kendi içinde. Ancak biz gurbettekiler için daha da acıdır hep. Güzelim ülkemizin mis gibi denizlerinden çıkıp Moskova’nın serin ve gri akşamüstü havasına gelmek hiçbirimizin bayıldığı bir tercih değil, doğal olarak..

Kaçıncı kışımıza giriyorsak girelim, ortak olan ve değişmeyecek tek bir şey var bence aramızda; hepimiz biraz depresifiz şu günlerde. İşte benim asağıda yıllar önce yazdıklarımdan da anlaşılacağı üzere, değişen birşey yok Moskova sonbaharında...


“Hazanın hüznü geldi yine içeri,
Beklenmeyen konuk, istenmeyen gelin misali”

Esen rüzgar, içimi ürperttiği yetmezmiş gibi, neşemin sebebi yeşil-sarı yaprakları da koparıyor dallarından. Sanki her düşen yaprak, güzel yazdan bir adım daha uzaklaştırıyor beni.

Nedensiz bir ağlamak dolduruyor içimde yazın boşalan yerini. Sevmekten aciz, güneşe küs, eli-dili bağlı bir hava bu, karanlık güne hakim olan. Yaşamaktan soğutan, anlamsız bir öfkeye bulanıyorum istemeden. Mutsuz, tatsız, siyah-beyaz bir film artık yaşam denilen. Aylarca süreceğinin bilincinde bir arsızlıkla geliyor yanıma. Kaçışın olmadığı, çıkışın kaybolduğu, yazık, çok yazık geçecek bu kış da...

Bu senenin de tek tesellisi olacak şu iki satır:
“Ne de olsa kışın sonu bahardır,
Bu da gelir, bu da geçer ağlama...”




Bu kışı da hep beraber atlatabilmek dileğiyle...

Hiç yorum yok: