18 Aralık 2007 Salı

GEZİLECEK ŞEHİR MOSKOVA

Uzun zamandır Kızıl Meydan eskisi kadar çarpmıyor beni; en müthiş güzellikler bile zamanla albenisini yitiriyor insanın gözünde ne yazık ki. Bazen bir yere giderken yanından geçtiğimde farkediyorum, aslında nerede yaşadığımı. Demek ki ben çoktan alışmışım burada olmaya; bir zamanlar sadece resim ve filmlerde gördüğüm bu büyülü, mistik şehirde yaşamaya. Öyleyse ben çoktan kendi şehrimden buraya transfer etmişim aklımı ve bedenimi.

Oysa ilk gördüğüm an bugün gibi aklımda St. Basil Katedrali’ni; inanamamıştım karşısında durduğuma. Puslu ve gri bir Şubat öğleden sonrasında tüm heybeti ve büyüleyiciliği ile bana aslında nerede olduğumu hatırlatmaktaydı.

Yıllar önce, okul, iş zamanları yurtdışında yaşamaya hevesli çok arkadaşım vardı; Amerika, Avrupa üzerine planlar yapan bir dolu genç insan. Türkiye’nin ekonomik ve sosyal şartları, çok iyi eğitim almış bir çok insanı kendi yurtlarından kaçmaya zorlar halde uzun zamandır, ne yazık ki.. O zamanlar aklımın ucundan bile geçmezdi birgün yurtdışında yaşayabileceğim, hele ki Moskova’da. Küçüklüğümden bu şehirle ilgili aklımda kalanlar; buz gibi soğuk hava, okunması imkansız bir alfabe, Olimpiyat oyunlarında bir sürü şampiyon atlet, satranç ustaları Karpov ve Kasparov (hangisi daha iyiydi hatırlayamadığım), kafası lekeli adam, Rocky 4 filmindeki Ivan Dragon ve Kızıl Meydan’a uçağıyla inen çılgın pilot..

Misafirlerimizle birlikte en turistik mekanlarını gezerken bu şehrin; onların hayranlıkları ve soruları karşısında farkettim ki Moskova, kısa süreli gezmek için muhteşem bir kent, hele ki baharda. Trafik, soğuk hava ve kalın paltolar olmadan çok başka bir çehresi var. Peki ya Moskova’da yaşamak?

Burada yaşayan yabancıların en çok karşılaştığı sorun sanırım polisler ve ırkçılardır; hele bir de esmerseniz, trafikte veya metroda polis tarafından çakılan şık bir selamın ardından ‘Dokümanlar’ınızın istenmesı rutin hale gelir. Yine metroda ırkçılar tarafından saldırıya uğramış bazı Türkler’in hikayeleri ister istemez tedirgin olmamıza yol açmaktadır.

Trafik, son yıllarda artarak büyüyen problemlerden biriyken, metro kullanmayı tercih edenler içinse, iş saatlerindeki kalabalıktan faydalanan yankesicilerin azizliğine uğramak işten bile değildir.

Erken kararan hava, yüzünü unutturan güneş ve en kötüsü sıcacık ve yardımsever insanlardan uzakta yaşamak gibi durumlar, buradaki hayatımızın ne yazık ki diğer önemli zorlukları.

Benzer şekilde İstanbul’da yaşamış ya da kısa süre için bile olsa bulunmuş olanlar iyi bilir ki, bu şehirde yaşamak da her babayiğidin harcı değildir. Kalabalık, gürültülü, tehlikeli ve sinir dozu yüksektir. İşe, okula gitmek saatler sürer – hele ki karşı taraftan geliyorsanız-. Belli saatlerde belli caddeler, gerekli ustalıklarla kolay geçilir ancak planda olmayan bir kazı, anlamsız bir yol çalışması gibi nedenlerle delirmeniz kaçınılmaz olabilir. Akıl almaz taksi ve minibüs şoförleri ise anlatılacak gibi değildir. Ancak içindeyken anlayamadığınız bir şey vardır; burası sizindir. Huyuyla suyuyla, iyisi kötüsüyle, hırlısı hırsızıyla sizden bir parçadır. Alternatifi olmayan, her gün içinizden yoluna, insanına sayıp döktüğünüz, içinde boğulacak gibi olduğunuz dev bir karmaşadır İstanbul. Ve ancak İstanbul’a hasret kalınca anlarsınız ki bu şehir bir başka güzel, farklı ve nefes kesicidir...

Demek ki Moskova aklımı ve bedenimi almış içine çoktan, ancak ruhum hala İstanbul’da...

Şimdi İstanbul'da olmak vardı anasını satayım,

Püfür püfür bir vapurun yan tarafında...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Cok guzel bir yazi olmus. Duygularimiza tercuman olmus.

Tebrikler..

Adsız dedi ki...

özlemcim,ne güsel yazıyosun maşallah..bikaç yazını okudum da..çok keyif aldım..çok akıcı..tebrik ediyorum seni canım...fezal