Sıcak bir akşamüstü güneşi vururken odama şu anda, ılık, güzel bir huzur kapladı içimi birden. Tatil akşamlarının sakinliğini de barındıran, mis kokulu bir sonbahar güneşi bu, saçlarımda dolanan..
Çocukluğumdan beri sevmişimdir hazan mevsimini, bir sonbahar çocuğu olmamla da alakalı olarak. Yaklaşan doğumgünümün getirdiği buruk sevinci tamamlıyor belki de bu mevsim.
İstanbul’da bu kadar huzurlu değildir oysa ki bu aylar; yağmur, trafik, açılan çukurlar ve gri bir renktir aklımda kalan.
Oysa burası kızılın her renginin oynaştığı bir kent bu aralar. Her ne kadar yaklaşan kıştan ürksek de, bu güzelliği görmemek mümkün değil. Yerler sapsarı, dökülen yapraklarla kaplı çünkü.. Ağaçlar ise dört mevsimin rengini birden giyinmişler, son bir oyun oynuyorlar sanki, henüz tüm yaprakları düşmeden.
Ne giyeceğini bilemediği için kat kat kıyafetlerle dolaşan ve her an bastırabilecek yağmura karşı ellerinde şemşiyeleriyle, rengarenk insanlar var etrafta. Henüz kalın, koyu renkli, sevimsiz paltolara ve içi yünlü botlara geçiş olmamış. Kapı önlerinde durup ön iliklemek, şapka ve eldiven taşımak için biraz daha vakit var..
İçinde anlamsız kıpırtılar da oluşur insanın bu vakitler. Yazı uzatmaya çalışarak Türkiye’ye son gidişler, kıştan önce enerji depolamak için harika bir fırsattır çünkü. Yılbaşına kadar olan son üç ay için gerekli şarj ekipmanı ordadır zira.
Yine bir sonbaharda, yine yaklaşan bir doğumgünümde kaçınılmaz olarak başlayan hesaplaşma zamanıdır bir de benim için ... Eksi bilmem kaçıncı yılıma girerken, ömrümün sonbaharını da aynı duygular, aynı keyif ve heyecan içinde geçirebilmeyi ümit ederek, Moskova’nın bu tatlı altın sonbaharında, en sevdiklerimle olmanın tadını çıkarmaktayım... İstanbul’a yakında kavuşabilmek hayalini de içimde bir yerlerde sıkı sıkı tutarak...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder